65 gün sonra, 31 Mart 2019’da yerel seçimlere gideceğiz. Normal şartlar altında tam da havaya girmemiz gereken bu günlerde arzulanan seçim coşkusu yaratılamadı. Seçmenler de seçim havasına giremedi. Oy verme oranının son derece yüksek olduğu ve siyasete ilginin de hayli yoğun olduğu bir ülkede neden eski günlerde yaşadığımız seçim coşkusunu yakalayamıyoruz?
Sürekli oy kullanma sorunsalı
Seçmenler sıkıldı. Temel nedenlerden biri seçim aralıklarının çok az yani seçimlerin çok sık olması. Seçmen seçim tartışmaları / vaatleri dinlemekten ve hatta sandığa gitmekten sıkıldı, bıktı. Mart 2014 Yerel Seçimleri, Haziran 2015 Genel Seçimleri, Kasım 2015 Genel Seçimleri, Nisan 2017 Referandum ve son olarak Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ile beraber yapılan Genel Seçimler olmak üzere son 4 yılda 6 kez sandığa gidildi. Sürekli oy vermek için bir takım mesajlar duyan bir seçmenin artık seçim merakının ve coşkusunun kalmaması son derece doğal.
İttifak heyecanı öldürür mü?
Seçim coşkusunun yaratılamamasının diğer bir nedeni ittifak oluşumlarından dolayı partilerde bir takım belirsizliklerin yaşanması. Partisinin adayı bulunmayan seçmenin doğal olarak seçime karşı merakı azalıyor. Diğer yandan partiye “sadece gönül değil emek veren” binlerce partilinin de seçim bölgelerinde kendi adaylarının olmaması durumunda motivasyon kaybı yaşaması son derece anlaşılır bir durum. Partiler 2018 genel seçimlerine de ittifak kurarak girmişlerdi ama farklı olan genel seçim süresince partililer partileri adına çalışabilmişlerdi.
Oysa şimdi adayı olmayan partilinin kendi partisinden olmayan bir aday için çalışması ve oy istemesi ilk kez yaşadığı bir tecrübe. Partili olmak ile partinin seçmeni olmak çok farklı motivasyonlar. Senelerce bir partinin propagandasını yapmış kişilerin birden sokağa çıkarak başka bir aday için kampanyaya aktif katılmasının çok da kolay olduğunu söyleyemeyiz. Bu noktada meselenin sadece oy verme / vermeme meselesi değil; aday için emek verme / vermeme meselesi olduğunu da anlamamız gerekiyor.
Partiler sahaya tam anlamıyla ne zaman inecek?
Muhalefet partilerinin coşku yaratamamasının bir nedeni de ilçe adaylarının henüz açıklanamamış olması. Büyükşehir adaylarını her ne kadar parti örgütü desteklese de adayları açıklanmayan ilçe örgütleri saha çalışması yapmakta zorluk çekiyor. Kendi ilçelerinde adayın kim olduğu sorulduğunda sahada çalışacak kişinin verecek cevabı olmadığı için sahaya inmek istememesi gayet anlaşılır bir durum.
Bu durumun da seçim atmosferinin sahaya yansımamasının en temel nedenlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Bu en hızlı ve kolay çözülebilecek sorun elbetteki. Adaylar açıklandıktan kısa bir süre sonra örgütlerin sahaya inmesi konusunda bir engel kalmayacak.
Seçimlerde adil koşullarda yarışmamak
Sahte seçmen olgusu da coşkuyu kıran etkenlerden biri. Hem CHP’nin hem HDP’nin konu ile ilgili olarak sosyal medyada paylaştıkları çok çarpıcı rakamlar ve ilgili ilçe seçim kurumlarına yaptıkları itirazlar mevcut. Bu başvuruların, hem ilçe seçim kurulları hem de YSK tarafından bir kısmının kabul edilip bir kısmının edilmemesi de seçmenlerde güvensizlik yaratan bir durum.
Yığma seçmen, hayali seçmen gibi farklı kategorilere ayrılan bu sahte seçmen sorunu seçmenlerin seçimin adil yapılacağına dair şüphe duymalarına neden oluyor ve elbetteki seçmenlerin seçimlere ilişkin bir heyecan duymasını engelliyor.
Diğer yandan; İstanbul özelinde Binali Yıldırım’ın Meclis Başkanlığı görevinden istifa etmeden seçimlerde aday olması, Ankara Barosu başta olmak üzere Yıldırım’ın istifaya çağırılması da yine seçimlerin hukuksal boyutunu tartışmaya sokan başka bir sorun olarak beliriyor. Seçime güven duyulmaması seçim coşkusuna girilmesini de engellemekle kalmıyor; birçok farklı ülkede yapılan araştırmalarda gösterdiği gibi seçmenin sandığa gitmesini de olumsuz anlamada etkileyen temel nedenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Seçimlerde eşit koşullarda yarışmamak
Özellikle medya kullanımı konusunda daha önceki seçimlerde tespit ettiğimiz süre kullanımlarındaki fark bu seçimlerde de etkisini şimdiden gösteriyor. İktidar ve muhalefet adaylarının medya kullanımlarındaki farklılık yine seçmenlerin motivasyonlarını kıran bir başka etken. 24 Haziran Seçimlerinde RTÜK verilerine göre TRT’nin 14.05.2018 – 22.06.2018 tarihleri arasında adaylara ve partilere verdikleri toplam sürelere bakacak olursak:
HDP ve Selahattin Demirtaş’a 32 dakika, SP ve Temel Karamollaoğlu’na 1saat 19 dakika; İyi Parti ve Meral Akşener’e 3 saat 38 dakika CHP ve Muharrem İnce’ye 15 saat 40 dakika; AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’a 181 saat ayırdığını görüyoruz. Özel televizyon kanallarının ayırdıkları süreleri bilmemekle birlikte sadece görünürlüğün bu derece eşit olmadığı bir ortamda girilen seçimlerde seçmenlerde bir yılgınlık oluşmasını da doğal karşılamak gerekiyor.
Yerel seçim 2. sınıf seçim mi?
Yerel seçimlerin 2. sınıf seçim olarak görülmesi de yine sayabileceğimiz nedenler arasında. Başkanlık rejimine geçilmesi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geniş yetkilerle donatılması, bir kısım seçmenin yerel yönetimlerin ve dolayısı ile yerel yöneticilerin gücünü sorgulamasına neden oluyor. Parlementonun yetkisinin sınırlılığını gören seçmen yerel yöneticinin yetkilerini de küçümsüyor ve seçimlere karşı ilgisini kaybediyor.
Farklı illerde yaptığımız araştırmalarda Ankara’nın karar verme mekanizmasında mutlak hakim görünmesi, şehrin temel problemlerinin bakanlık bütçe destekleri ile çözülebileceğinin düşünülmesine neden oluyor. İlave olarak Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından hükümet – yerel yönetim işbirliğinin hizmetin önünü açacağı mesajını sıklıkla tekrarlıyor olması bu algıyı destekliyor.
Uygulamalarda da Adalet ve Kalkınma Partili belediyelere birtakım hizmet önceliği / kolaylıkları tanınması da mesajın gerçekliğini artırıyor. Çeşitli ulaşım projelerinin AKP’li belediyelerde Ulaştırma Bakanlığı bütçesi ile yapılıyor olmasını tipik bir örnek olarak gösterebiliriz. Sonuç olarak bu uygulama seçmende yereli kimin yöneteceğine dair duyduğu heyecanı azaltıyor.
Ulusal sorunlar ışığında yerel seçime gitmek
Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik kriz, seçmenlerin hayat çoşkusunu belirli oranda kırdı. Yaşanan moralsizlik, sorunların kronik olduğunu düşünen seçmenin yaklaşan seçimlere karşı bir heyecan duymasını da engelliyor. Yaklaşan seçimin bir yerel seçim olması, seçmenin ana derdinin ekonomi olması, seçeceği yerel yöneticinin görev sorumluluklarının ekonomik problemlerine çözüm bulamayacağını düşünmesi de seçimlere karşı motivasyonunu düşürüyor. Diğer yandan, bahsi geçen olası sınır ötesi operasyon da yine seçmenin konsantrasyonunu yerel seçimlerden koparıp güvenlik meselesi üzerinden ulusal boyuta taşıyan, dolayısı ile yine heyecan yaratılmamasına neden olan bir etken.
Sadece ekonomi ve güvenlik değil, toplumun içerisinde bulunduğu kutuplaşma ve ötekileştirme politikaları da seçmenlerin kendi mahallelerinde kalmalarına ve “öteki”’ olarak gördükleri adayların mesajlarına karşı duyarsız olmalarına neden oluyor. Seçimin çoşkulu geçebilmesinin temel şartı seçmenlerin kampanyalara dahil olması. Oysa, kendi içerisinde kalan seçmen, farklı ses duymaya da çıkarmaya da kapalı oluyor. Ayrıca en son Fazıl Say örneğinde de gördüğümüz gibi yaşanan her olayı farklı gruplar tarafından “kazanma” ve “kaybetme” kavramları içerisinde değerlendiriliyor olması, sürekli bir yarış metaforu içerisinde algılanması da seçmende yorgunluk ve yılgınlık yaratıyor. Sosyal medyada başını açan kadınlar örneğini de aynı şekilde değerlendirmemiz mümkün.
Ezber bozan her duruma şüphe ile yaklaşılması, sürekli bir arka plan aranması ve daha da ileriye giderek farklı grupların da bu ezber bozan kadınları sosyal medyada linç etme çalışmaları da toplumda yaşanan kutuplaşmanın derinliğini gösterdiği gibi seçmenlerde oluşabilecek her türlü coşkunun da yine nasıl önünün kesildiğinin göstergesi.
Öğrenilmiş çaresizlik duygusu
Muhalefet seçmenleri açısından öğrenilmiş yenilgi duygusu da yine coşkuyu minimize eden nedenler arasında. Özellikle Ankara, İstanbul gibi sembol büyükşehirler uzun yıllardır Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından yönetiliyor. Muhalefet partilerinin ardı ardına aldığı mağlubiyetler ve son olarak 24 Haziran 2018 Genel Seçimlerinde büyük bir galibiyet beklentisine giren seçmenin önce coşku, ardından hayal kırıklığı yaşamış olması “olmuyor işte”, “yine olmayacak” “ne yapsak olmuyor” gibi iç seslerin dillendirilmesine neden oluyor.
Sonuç olarak, bir daha hayal kırıklığı yaşamak istemeyen seçmen coşku ve heyecanına otokontrol uyguluyor. Bu durum da seçim atmosferinin durgunluğuna neden oluyor.
Bu coşkusuzluk hangi partinin işine yarar?
Daha önceki birçok yazımda seçimlerde psikolojik üstünlük yaratmanın öneminden bahsetmiştim. Coşku yaratmak kampanya süresince psikolojik üstünlük yaratmanın temel yollarından biri. Coşkunun sandığa gitme motivasyonunu da artırdığı daha önceki seçimlerde gördüğümüz net bir durum. Dolayısı ile değişim isteyen parti veya adayın bu çoşkuyu yaratması daha elzem bir durum. Kısacası, seçim kazanmak isteyen parti ve aday mutlaka coşku yaratmak zorundadır.
O halde muhalefet ne yapmalı?
Öncelikle yukarıda saydığımız sorunların her biri kendi içerisinde farklı çözüm alternatiflerinin geliştirilmesini gerektiriyor. İletişimin farklı mecralarda farklı seçmen gruplarını hedefleyerek, mesajları özelleştirerek vermek ve seçmeni kampanyaya dahil etmek gerekiyor. Seçmenin coşkusuzluğunun altında yatan temel duygular tek tek analiz edilmeli ve bu duygulara karşı seçmeni motive edecek duygudaşlıklar yaratılmalı.
Oy vermek kimilerine göre bir vatandaşlık görevi, kimilerine göre sosyal baskı, kimilerine göre anayasal zorunluluk, kimilerine göre ise bir tecrübe olarak algılanıyor. Seçimin ertesi gününe seçmene sevinecekleri bir neden verebilmek işte bu oy verme anlayışını değiştirebiliyor. O zaman eksik olan heyecan da yaratılabiliyor.
Başarılı seçim kampanyalarında uygulanan yöntemler zaman içerisinde, ülkeden ülkeye değişiyor ama kampanyaların değişmeyen bir altın kuralı var: Seçmen kendisi ve kendi geleceği için oy veriyor. İşte belki de kaybolan coşkunun aranması gereken yer de tam burası.